İstanbulun Kuruluş Tarihi

Bu yazımda İstanbul' un kuruluşunu inceleyeceğim. Farklı kaynaklardan bilgiler aktaracağım. Umarım hoşunuza gider.

İlk bilgi için Niyazi Ahmet Banoğlu' nun "Tarihi ve Efsaneleriyle İstanbul Semtleri" kitabına başvuruyoruz. Elbette böylesi bir şehrin kendine ait pek çok ve ilginç kuruluş efsanesi olacaktır.

Kendilerine havası, suyu, toprağı iyi bir memleket arayan Megaralılar, Delh kahinine müracat ederek:

- Mukaddes peder... Biz artık buralarda yaşayamıyoruz. Bize gidip yaşayacak bir memleket göster, demişlerdi.
Kahin düşünmüş, gözlerini kamaştırmış, açtığı vakit şu cevabı vermişti:
- Siz körlerin memleketi karşısındaki yere gidiniz. Orası yeryüzünün en rahat, en güzel yeridir. Orada oğullarınız gürbüz, siz sıhhatli olacaksınız.
Atina' nın Korent berzahında oturan Megaralılar, kahinlerinin bu sözünden sonra toplandılar, körlerin memleketini aramaya çıktılar.
Megaralılar uzun bir yolculuktan sonra, Sarayburnu' na geldiler. Geceyi burada geçirdiler. Sabah ağarınca Megaralıların reisi Vizas, etrafın şirinliğine bakar bakmaz haykırdı:

- Yaşasın!

Sordular:

- Ne var?

- Kahinin sözü çıktı.

- Körler memleketi nerede?

Vidas eliyle Kadıköy' ünü işaret ederek:

- İşte.. dedi, orası!

Sonra, Sarayburnu' nu çevreleyen yeşillikleri göstererek:

Yeryüzünün bu kadar güzel yerini görmeyerek karşısını beğenenler, elbetteki körlerdir. Kahin de bize körlerin memleketi karşısında yer bulacaksınız dememiş miydi?

İkinci olarak Radi Dikici' nin kitabından yaptığı alıntı ile Hıncal Uluç' a kulak verelim.

Megara Kralı Byzas bir haftadır hayatının en sıkıntılı günlerini yaşamaktadır. (Yüz yıl kadar önce ataları gördükleri baskı üzerine İtalya'dan kaçarak Yunanistan'a gelmişler ve kıyıda Salamis ismini verdikleri küçük bir şehir kurmuşlardı.

Ancak bu küçük şehir dışarıdan gelecek saldırılara açık olduğu için daha içeride, Atina şehrinin yaklaşık 30 km. batısında bir yer seçerek başkent olarak inşa edip yerleşmişler ve ona da Megara adını vermişlerdi.


Bazı küçük çatışmalar dışında M.Ö. 660 yılına kadar barış içinde yaşamışlar ve zenginleşmişlerdi.
Her iki şehrin toplam nüfusu yaklaşık 25 bini bulmuştu.
İki hafta önce Atina şehrinin elçileri Byzas'ı ziyarete gelmişler ve bu bölgede birlik sağlamak için altı ay içinde Megara'nın Atina Şehir Devletine katılmasını istemişlerdi.
Özellikle Atina Şehir Devleti son on yıl içinde çok zenginleşmiş ve güçlü bir orduya sahip olmuştu.
Byzas, Atina'ya karşı koyma şansının olmadığını çok iyi bilmekteydi.)
Byzas, mütevazı sayılabilecek minik sarayın salonunda çoğu yaşlıların teşkil ettiği 30 kişilik meclisi toplantıya çağırır.
Toplantıda durumu açık açık anlatır. Ancak böyle bir talebi içine sindiremediği sözlerinden anlaşılmaktadır. Yapılan müzakereler sonunda meclis üyelerinin çoğunluğu Atina ile birlikte yaşama fikrini uygun görürler.
Ondan sonraki bir hafta boyunca geçmişi düşünen Byzas için geceleri uyku diye bir şey kalmamıştır. Yine uykusuz bir gecenin sabahında 30 yıllık eşi Eirene, kocasına, "Lütfen derdini benimle paylaş," der.
"Atina bizim kendisine katılmamızı istiyor. Bunu bir türlü hazmedemiyorum.
Üç tane yetişkin oğlumuz var.
Böyle bir şey yaparsam onların yüzüne nasıl bakarım."
"Zor bir durum içinde olduğunu anlıyorum. Ama benim aklıma başka bir şey geliyor.
Neden Delfi'deki Apollon Tapınağı'nın kâhinine gidip durumu anlatmıyorsun. O akil ve yol göstericidir."
Byzas oturduğu yerden fırlayarak karısına sarılır, "Sen olmasaydın acaba ben ne yapardım," der.
O gün hazırlıklarını tamamlar.
Üstüne sade bir kıyafet giyer ve yola düşer.
Delfi'deki Apollon Tapınağı üç günlük yoldadır. İlk iki gün kolaydır.
Atıyla gidebilecektir. Ancak son gün atını bırakıp tapınağın bulunduğu dağa tırmanması gerekmektedir.
Üçüncü gün ancak karanlık basınca tapınağa varabilir.
Ancak tapınağın merdivenlerini tırmanırken, binanın sütunlar üzerine yükseltilmiş giriş bölümünün altındaki "Kendini Bil" (Nospe te ipsum) yazısı dikkatini çeker.
Kapıda karşılayan bir görevli hemen içeri alır.
Tapınaktakiler, yiyecek bir şeyler ikram edip yatacak yer gösterirler. Hiç kimse, "Kimsin, nereden geldin?" diye bile sormaz.
Ertesi sabah erkenden kalkar, oradaki görevliye ismini verir ve baş kâhin ile görüşme isteğini iletir. Görevli yarım saat kadar sonra dönünce, "Beni takip edin," der. Uzun koridorlardan geçerler. Sonunda bir kapıyı açar ve içeri girmesini işaret eder.
Burası küçük pencerelerinden içeriye ışık sızan büyük bir salondur. Gözleri güçlükle en az yirmi basamakla çıkılabilen bir platform üzerinde bir koltukta oturan uzun beyaz sakallı kâhini seçer. Diz çökerek onu selamlar.
Derinden gelen bir ses "Sizi dinliyorum," der.
O da başından geçenleri anlatır.
Kâhin, "Yarın aynı saatte gel," der. Sonra sanki birden her taraf kararır ve Byzas kâhini göremez olur. Görevli kapıyı açarak onu dışarı alır.
Ertesi sabah huzura varınca kâhin boğuk bir sesle şöyle der: "Tanrı senin alnına başka şeyler yazmış. Onu yerine getirmelisin.
Halkını alıp uzun bir yolculuğa çık..."
Bir an susar. Sanki bir önceki ses değişmiştir. Byzas onun ağladığını düşünür.
Hıçkırır gibi bir hali vardır.
Yeniden konuşmaya başlar.. "Zor günler görüyorum, çok zor günler... Ama sakın yılma. Cesur ol. Kuzeye doğru git... Kuzeye, unutma... Bir boğazdan içeri gir. Sonra Körler Ülkesi'nin karşısına yerleş...
Körler Ülkesi... Unutma Körler Ülkesi. İşte orası senin dünyan... İşte orası senin evin..."
Gene susar.. Az sonra gene boğuk bir sesle devam eder.
"Dünya seni binlerce yıl anacak."
Byzas kâhinin söylediklerini hiç unutmamıştır ama ne dediğini ve nereye gitmesi gerektiğini de pek anlamamıştır. Kahinin tapınağından, Megara'ya doğru yola çıktığında bütün söylenenleri kafasından geçirir, durur. Hiçbir şeyi çözememiştir. Kuzeye gidecektir. O tamamdır. Peki, Körler Ülkesi nerededir? Sonunda,"Herhalde Körler Ülkesi nerede olduğunu bilen vardır, sorar öğreniriz," diye düşünür.
Megara'ya varınca araştırır, soruşturur ama hiç kimse Körler Ülkesi diye bir yer duymamıştır. Ama kâhin ona yönü göstermiştir. Ertesi gün bir emirname yayınlar ve altı ay içinde kuzeye doğru yola çıkacaklardır. Bu seyahate gönüllü olarak katılacak ailelerin resmen başvurmasını ister. 15 gün sonra anlaşılır ki Salamis ve Megara'dan yaklaşık 5 bin kişi onunla birlikte gelecektir.
M.Ö. 659 yılının Haziran ayı geldiğinde her şey hazırdır. Bir hafta süreyle yükleme işlemleri bir düzen içinde yapılır. Hazinenin bir kısmı kaptanlık gemisine yüklenir. Karısı ile birlikte, ülkesinde kalmak istediğini belirten ikinci oğluna yönetimi bırakır. 6 Haziran Perşembe günü geride bıraktıkları ile vedalaşarak rota kuzey olmak üzere yola çıkarlar.
4 ay sonunda kışı geçirmek üzere Ege Denizindeki büyükçe bir adanın doğal limanına sığınırlar. Ertesi yıl bahar ayları yaklaşırken tekrar yola çıkarlar. Sürekli kuzeye doğru giderler ve çeşitli yerlere uğrayarak hep Körler Ülkesini sorarlar. Ama bir cevap alamazlar. Ertesi kış yine tedbirli olurlar ama iyi denizci olmalarına rağmen beklenmedik şekilde ve zamanda yakalandıkları fırtınalar gemilerin bir kısmını batırır. Yol boyunca beslenmelerini genellikle balıkla sağlarlar. Uğradıkları yerlerden altın karşılığı et, meyve ve su temin ederler.
İkinci yılın ilkbaharında bir sabah uyandıklarında bir boğazın kenarındadırlar. Byzas, kâhinin dediklerini hatırlar ve gemisini doğrudan boğazdan içeri sokar. Diğer gemiler onu takip ederler. Marmara Denizi'ne (Propontis) gelmişlerdir. Hava değişmiştir. Özellikle bol balık vardır. Ayrıca yanaştıkları sahillerde bol su kaynaklarına rastlamışlardır. Özellikle meyve bakımından çevre çok zengindir. Moralleri iyice düzelir.
Ne yazık ki, ne kadar dikkatli ve tedbirli olsalar bile yaklaşık iki yıl süren yolculuk boyunca gemilerinin ve insanların üçte birini, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere kaybetmişlerdir.
M.Ö. 657 yılının Mayıs ayında bir sabah uyandıklarında gördükleri manzara onları şaşkınlığa uğratır. Sağ taraftaki kara parçasında yerleşim olduğu bellidir. Sol taraf ise (Sarayburnu'ndan başlayan) hafif sisler içindeki yarım ada tümüyle bakirdir. Biraz sonra güneş yükselip sis dağılınca her tarafın ormanlarla kaplı olduğunu görürler. Şırıl şırıl akan suların ve öten kuşların sesleri gemilere bile ulaşmaktadır. Manzaranın güzelliği tarif edilir gibi değildir.

Byzas karısına döner:
"Şimdi kâhinin söylediklerini anladım. Böylesine dünyanın en güzel yerini bırakıp karşıya yerleşmek için kör olmak lazım. Orası 'Körler Ülkesi'dir (Khalkedon-Kadıköy). Biz ise onun karşısına yerleşiyoruz," der.
Sahile çıkarlar ve böylece ilk yerleşim başlamış olur. Aradan on yıl kadar geçince bugünkü Eminönü, Sirkeci, Topkapı ve Ayasofya'nın bulunduğu yerleri içine alacak şekilde bir şehir kurarlar. Bu yeni kurulan minik şehir, Byzas isminden esinlenerek Byzantion olarak anılmaya başlar.
Böylece tarih, tüm dünya uluslarının içini çekerek baktığı, ele geçirmek için savaştığı "Şehirlerin Kraliçesi"nin doğumuna şahit olur. Daha sonra Roma İmparatoru Vespesian (M.S 69-79) şehrin ismi Byzantion'dan Byzantium'a çevirir.
Tarihte hiçbir zaman Bizans İmparatorluğu diye bir devlet olmamıştır. 1453'te İstanbul'un fethine kadar, onlar kendilerini hep Romalı olarak bilmişlerdir. Ancak 16. yüzyılda bir Alman tarihçi Hieronymus Wolf "Corpus Historiae Byzantinae" adlı eserinde Roma İmparatorluğu yerine Bizans İmparatorluğu tabirini kullanınca, bu isim süreklilik kazanmıştır. Yani Roma İmparatorluğu'nun 330-1453 yılları arasındaki 1123 yıllık dönemini tarihçiler Bizans İmparatorluğu olarak ifade etmekte ve kullanmaktadırlar.
Böylece kâhinin dediği doğru çıkar ve Byzas ismi bugüne kadar yaşamaya devam eder.
(Benim notum.. Tarih kitaplarımızda okuduğumuz gibi Doğu Roma, Batı Roma diye de bir ayrım yoktur. Fatih Sultan Mehmet tarafından yok edilen imparatorluk, Bizans, yahut Doğu Roma değil, "Roma" dır. Başkent'in Roma'dan Bizans'a nakledilmesi, bazı tarihçilerde bu karışıklığı yaratmıştır.)



Gördüğünüz gibi iki farklı ağız benzer şekilde anlatmakta. Sizce de doğruluk payı yok mudur?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder